Türkiye’nin karanlık yıllarına ışık tutuyor

Karanlık yılların el feneri

Okulların tatilde olduğu yaz ayları çocukların kuyruk nöbetçiliği yaptığı aylardı.
Çocuklar; mutfak tüpü, sıvı yağ, margarin, un ve gaz yağı gibi temel ihtiyaç ürünleri devil dükkânların önünde ebeveynleri tarafından kuyruklara sokulurdu.
Zira ürünlerin ne zaman geleceği belli olmadığı için babalar işe gider, anneler ev işleriyle ilgilenirdi.

Adını yazdığım ürünler, olur ya, satıcılara gelirse veya satıcı mahallelinin baskısına dayanamayıp, zam geleceği için  stokladıklarını satışa çıkarırsa eve koşar, kan ter içinde kesik bir sesle “Anne! Geldi, geldi” derdik.
Koşa koşa satıcıya ulaşan annelerimizin yüzü, çocuklarına yemek yapabilecek olmanın heyecanıyla mutlu yüz ifadesine bürünürdü.

Memlekette olan bitenden bihaber biz çocuklar, kendini büyümüş hissettiren kuyruk görevini ifa etmenin hazzını yaşarken ebeveynlerimiz için durum oldukça farklıydı.
Onlar; yokluk yıllarında ziyadesiyle kahır çekti.

Peki bunlar neden yaşandı?
1971 askeri müdahalesinin ardından memleketin yönetimi sürekli el değiştirdiği için siyasi istikrarsızlık dibe vurmuştu. Sürekli değişen iktidarlar ve çoklu hükümetlerden dolayı ülkemizin yönetiminde bir türlü istikrar sağlanamadı.

Önce üniversite öğrencileri, ardından da diğer herkesin arasına ekilen nifak tohumu nedeniyle ‘sağ’ – ‘sol’ tartışmasının önce kavgaya, ardından da teröre dönüşmesi, ülkemizin iç savaşa sürüklenmek istenmesinin en önemli figürü olarak toplumsal yaşamı iyiden iyiye bir karabasanın içine sürükledi.

İkinci Kıbrıs Barış Harekâtı’nın sonuçları da bütün bu yaşananların şiddetini artırdı.
Türkiye ile Yunanistan arasında 1960’ların ortalarında başlayan Kıbrıs krizi, adadaki Yunan cuntasının darbe yaparak Kıbrıs Elen Cumhuriyeti’ni ilan etmesi üzerine içinden çıkılmaz bir hale dönüştü. 20 Temmuz 1974’te düzenlenen Kıbrıs Barış Harekâtı, dünya kamuoyu tarafından adadaki Türklerin yaşamlarını koruma adına garantör ülke olduğu için Türkiye’nin hakkı olarak kabul edildi.

Rum kesiminin uzlaşmaya yanaşmaması üzerine 14 Ağustos 1974’te düzenlenen ikinci harekât ise başta Sovyetler Birliği, İngiltere ve ABD olmak üzere birçok ülke tarafından adayı işgal etme girişimi olarak değerlendirildi.
Bunun sonucunda da Türkiye’ye amansız bir silah ambargosu uygulandı.

Türkiye, İkinci Kıbrıs Barış Harekâtı’na gösterilen tepkiden dolayı uluslararası düzeyde yalnız bir ülkeye büründü. Aynı zamanda siyasi istikrarsızlık, yüksek enflasyon artışı, dışa bağımlı ekonomi anlayışı ve küresel boyutta yaşanan petrol krizinin yansımaları o yılları, ülkemiz adına ‘karanlık yıllar’a çevirdi.

Ekonomik sıkıntılar nedeniyle pahalılık iyiden iyiye artarken Türk lirası değer kaybetmeye başladı.
ABD doları kuru; 1970’de 15, 1977’de 19, 1978’de ise 25 liraya yükseldi.
Bu dönemde iktidarda olan Bülent Ecevit ile Süleyman Demirel hükümetlerinin enflasyon artışına önlem alma gerekçesiyle, elektrik, akaryakıt, PTT, kağıt, kömür, tüp gaz gibi temel ihtiyaç ve hizmetlere ardı ardına yaptığı zamlar temel tüketim mallarının karaborsaya düşmesine, buna bağlı olarak da dükkanların önlerinde uzun kuyruklar oluşmasına yol açtı.

Bülent Ecevit (1925 - 2006)

Bülent Ecevit (1925 – 2006)

1970 – 1980 ARASINDA KURULAN HÜKÜMETLER
* Süleyman Demirel Hükümeti
3 Kasım 1969 – 6 Mart 1970 (123 Gün)
6 Mart 1970 – 26 Mart 1971 (1 Yıl 20 gün)
* Nihat Erim Hükümeti
26 Mart 1971 – 11 Aralık 1971 (260 Gün)
11 Aralık 1971 – 22 Mayıs 1972 (163 Gün)
* Ferit Melen Hükümeti
22 Mayıs 1972 – 15 Nisan 1973 (328 Gün)
* Naim Talu Hükümeti
15 Nisan 1973 – 26 Ocak 1974 (286 Gün)
* Bülent Ecevit Hükümeti
26 Ocak 1974 – 17 Kasım 1974 (295 Gün)
* Sadi Irmak Hükümeti
17 Kasım 1974 – 31 Mart 1975 (134 Gün)
* Süleyman Demirel Hükümeti
31 Mart 1975 – 21 Haziran 1977 (2 Yıl 82 Gün)
* Bülent Ecevit Hükümeti
21 Haziran 1977 – 21 Temmuz 1977 (30 Gün)
* Süleyman Demirel Hükümeti
21 Temmuz 1977 – 5 Ocak 1978 (168 Gün)
* Bülent Ecevit Hükümeti
5 Ocak 1978 – 12 Kasım 1979 (1 Yıl 311 Gün)
* Süleyman Demirel Hükümeti
12 Kasım 1979 – 12 Eylül 1980 (305 Gün)

Süleyman Demirel (1924 - 2015)

Süleyman Demirel (1924 – 2015)

10 yılda 6 başbakan tarafından 13 kez hükümet kurulmasıyla yaşanan siyasi istikrarsızlık, yalnız bir ülkeye dönüşmek, ekonomik darboğaz, ‘sağ’ – ‘sol’ terörü yetmezmiş gibi ASALA terör örgütünün yurt dışındaki diplomatlarımıza yönelik suikastları da ülkemizin moralini yerle bir etti.

Spor ve kültür – sanat adına da uluslararası düzeyde başarı sağlanamaması, ethical çöküntüsü, hayal kırıklığı ve özgüvensizlikle oluşan girdabın şiddetini daha da artırdı.

* Türkiye A Milli Futbol Takımı; ilk kez 1930’ta düzenlenen Dünya Kupası’na biri 1954, diğeri 2002’de olmak üzere iki kez katıldı.

* Türkiye A Milli Futbol Takımı; ilk kez 1960’ta düzenlenen Avrupa Kupası’na 1996, 2000, 2008 ve 2016’da olmak üzere 4 kez katıldı.

1936’dan 1972’ye kadar olan süreçte Türk sporcular 23’ü altın, 11’i gümüş ve 7’si bronz olmak üzere 41 olimpiyat madalyası kazandı. 1970’li yıllarda ise sadece 1972 Münih Olimpiyatları’nda güreşçimiz Vehbi Akdağ gümüş madalya kazandı.

Vehbi Akdağ (1949 - 2020)

Vehbi Akdağ (1949 – 2020)

O yıllarda ülkemizin moralinin yükselmesini umduğumuz Eurovision Şarkı Yarışması’na katılmaya başladık.
17 yaşındaki Semiha Yankı, ilk kez katıldığımız yarışmada Türkiye’yi, Kemal Ebcioğlu’nun ‘Seninle Bir Dakika’ adlı şarkısıyla temsil etti.

Eurovision Şarkı Yarışması, henüz her evde olmamasından dolayı, mahalle ahalisinin televizyonu olan komşularına akın ettiği o akşam, yarışma dualar eşliğinde izlendi. İsveç’in başkenti Stockholm’de düzenlenen yarışmada ‘Seninle Bir Dakika’, birçok ülkenin şarkısından daha güzel, Semiha Yankı’nın performansı ise birçok şarkıcıdan daha iyiydi ama sadece Monaco’dan 3 puan alarak sonuncu olduk. Moralsiz ülkemiz bir darbe de şarkı yarışmasından yedi.

Zira Eurovision Şarkı Yarışması’nda siyasi dolapların döndüğünü henüz bilmiyorduk.
Hele ki o yıllarda yalnız bir ülke olmamızın etkisini de hesaba katacak olursak sonunculuktan başka bir sonucu hayal etmemizin ütopik olduğu sonraki yıllarda düzenlenen yarışmalarda da ziyadesiyle gözler önüne serildi.

Türkiye, 1976 ve 1977’de Eurovision Şarkı Yarışması’na katılmamayı tercih ederken 1978’de Nilüfer & Grup Nazar’ın seslendirdiği ‘Sevince’, 2 puan alarak 18’inci oldu.
1979’da ise İzmirli levanten grup Maria Rita Epik & 21. Peron, Türkiye’yi ‘Seni Seviyorum’ ile temsil edecekti. Ne var ki yarışma Kudüs’te düzenlenecekti. Arap ülkeleriyle 1973’teki petrol krizinin yeniden yaşanmasının istenmemesi üzerine Türkiye yarışmadan çekildi.

1970’li yılları ethical çöküntüsü, hayal kırıklıkları ve gelecekten endişe edilir bir halde geçiren Türkiye, 12 Eylül 1980’deki askeri darbeyle belirsizlik kere belirsizliğe sürüklendi. 

Babaannem, gençlik yılları savaş içinde geçmiş, açlık çekmiş, Cumhuriyet’in kurulduğunu duyduğunda şükür namazı kılmış, II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan yeni bir yokluk döneminde ağaçlardan topladığı harnubu ağzında çiğneyip yumuşattıktan sonra karınlarını doyurabilmek için çocuklarına vermiş, yaşadığı her yılı yüzündeki kırışıklık sayısına taşıyan bir kadındı.

Tarlada çocukları sırtına bağlı bir şekilde çalışmaktan dolayı omurgası zarar gören babaannemin en büyük ızdırabı kronikleşen sırt ağrılarıydı.
Her fırsatta “Kuzum, haydi sırtımı bir çiğneyiver de ağrım geçsin” diyen babaannem, sürekli olarak “Düşmandan nasıl kurtulduğumuzu görmüş olsalardı böyle birbirlerini yemezlerdi” diyerek ‘sağ’ – ‘sol’ kavgasına tutuşanlara epeyce söylenirdi.

‘Aydınlıkevler’in Ankara turnesinde ekipten biri sordu; “Oyunu kaçıncı kez seyrettin?”
İkisi İstanbul’da biri İzmir’de diğeri ise Ankara’da olmak üzere sahnelenmeye başlandığı marttan bu yana 4 kez seyrettiğimi söyleyince “Sizi ‘Aydınlıkevlere’ bu kadar bağlayan nedir?” diye sordu. Cevabım şöyleydi; “Her defasında başka bir keyif alıyorum, başka bir öğreti ediniyorum. Bunun yanı sıra her defasında nostaljik duyguların şelalesinde yıkanıp geçmişe yolculuk yapıyorum. Oyundaki babaanne – torun ilişkisi var ya; işte oradaki torun benim, babaanne de babaannem Fatma Çalışkan. Zaman ve olaylar aynı. Sadece mekân farklı” dedim.

Herkes için geçmiş zaman, özellikle çocukluk ve gençlik yılları özeldir. Benim ve akranlarım için de 1970 ve 1980’li yıllar ziyadesiyle özel anlamlara sahip.

Yılmaz Erdoğan’ın yazdığı ‘Aydınlıkevler’, benim ve akranlarım için bir zaman makinesi niteliği taşıyor. Erdoğan’ın ergenlik yıllarında Ankara’nın Aydınlıkevler semtinde yaşadıklarını hikâye edinen oyunda sahnelenen ne varsa o dönemin çocukları – gençleri aynısını yaşadı.
Yokluk, karaborsa, hayat pahalılığı, siyasi istikrarsızlık, ‘sağ’ – ‘sol’ kavgası, ABD’nin başını çektiği emperyalizmin etkileri, sık sık yaşanan elektrik ve su kesintileri hayatı çekilmez bir hale getirdi. 

Her ne kadar karanlık yıllar olsa da güzelliklerin de yaşandığı yıllardı.
Mahalle kültürü, komşuluk ilişkileri, aşkların en saf duygularla yaşanması gibi…

‘Aydınlıkevler’, 1970’li yılları yaşayanlar için tazelenen anıları zihinlerdeki yerini korunurken sonraki kuşaklar için Türkiye’nin yakın tarihinin panoraması özelliğini taşıyor.
O yılları yaşayanlar için de, ebeveynlerinin yaşadıklarını, ülkelerinin geçirdiği zor bir dönemi öğrenme adına sonraki kuşaklar için de pek kıymetli bir tiyatro oyunu olan ‘Aydınlıkevler’, İstanbul’un yanı sıra Ankara, İzmir, Bursa, Bodrum ve Çeşme’de olmak üzere 8 ayda 28 kez sahnelendi.

‘Aydınlıkevler’in yapımcısı BKM de, oyunun ekibi de daha çok sahnelenmesini istiyor, birçok şehir ve ilçeden teklif de alıyor ama sadece özel sahne düzeninin uyum sağlayabileceği salonların olduğu yerlerde seyircilerle buluşabiliyor.

Yılmaz Erdoğan’ın 20 yıl sonra yazdığı, Demet Akbağ’ın 15 yıl sonra sahneye çıktığı ilk tiyatro oyunu olması açısından da özel bir anlama sahip olan ‘Aydınlıkevler’in yönetmeni Serdar Biliş.

Sahne önü ve arkasında 40 kişinin görev yaptığı ‘Aydınlıkevler’in oyuncu kadrosu şöyle;
Zühre… Demet Akbağ
Ayhan… Burak Dakak
Süreyya… Salih Bademci
Sülün… Sinem Ünsal
Fatoş… Sevda Baş
Muharrem… Nebi Tolga Yılmaz
Camcı… Barkın Sarp
Polis / Postacı… Ömer Güneş
Muhtar… Caner Alkaya
Devrimci Kız / Muhabir… Kiraz Tosun

‘Aydınlıkevler’in ilk Ankara turnesinde şüphesiz ben de oyunun ekibi de farklı duygular içindeydik.
Zira oyunun hikâyesinin yaşandığı Aydınlıkevler’e gidip o yıllarda yaşananları yerinde tahayyül etme olanağımız olacaktı.

 Oyunun ilk ve ikinci gecesinde ATO Congresium’da 6 binden fazla seyirci salonu doldurdu

Oyunun ilk ve ikinci gecesinde ATO Congresium’da 6 binden fazla seyirci salonu doldurdu

Yılmaz Erdoğan’ın da Ankara’da olmasını, o yıllarda yaşadıklarını yerinde anlatmasını isterdim ama akşam yemeğinde yapılan telefon bağlantısı sırasında oğlu Rodin’i ziyaret etmek için Kanada’da olduğunu söyledi.

'Aydınlıkevler'in oyuncu kadrosu, 1970'li yıllarda ABD tarafından golf sahasına çevrilen alanın içinde görülüyor. Ekibe Muhtar Şenol Öz eşlik etti

‘Aydınlıkevler’in oyuncu kadrosu, 1970’li yıllarda ABD tarafından golf sahasına çevrilen alanın içinde görülüyor. Ekibe Muhtar Şenol Öz eşlik etti

Ertesi günü ‘Aydınlıkevler’in oyuncu kadrosuyla gittiğimiz Aydınlıkevler’de 1970’li yıllardan çok az iz kalsa da oyunun hikâyesinin yaşandığı yerde olmak herkes için pek duygulu anların yaşanmasına neden oldu.

1970’li yıllarda ABD’li diplomatlar ve askerler için etrafı yüksek duvarlarla çevrilerek kurulan golf sahası günümüzde Altınpark adıyla mesire yeri olarak kullanılıyor.
Muhtar Şenol Öz’ün eşliğindeki Aydınlıkevler gezisi sırasında herkesin ortak merakı Yılmaz Erdoğan’ın babaannesiyle birlikte oturduğu, golf topunun sahanın duvarları aşıp ikide bir camını – çerçevesini indirdiği evdi.

'Aydınlıkevler'in oyuncu kadrosu, 1970'li yıllarda ABD tarafından golf sahasına çevrilen alanın önünde görülüyor

‘Aydınlıkevler’in oyuncu kadrosu, 1970’li yıllarda ABD tarafından golf sahasına çevrilen alanın önünde görülüyor

Ne yazık ki o ev de zamana yenik düşmüş, yıkılıp yerine yeni bir bina yapılmıştı.
Yerli yerinde durabilseydi iyiydi ama en azından içinde ve semtinde yaşananlar ‘Aydınlıkevler’ ile birlikte zihinlerde kıymetli bir anı olarak yer edindi.

'Aydınlıkevler'in hikâyesinde yer alan ABD'lilerin golf sahası günümüzde bu şekilde görülüyor

‘Aydınlıkevler’in hikâyesinde yer alan ABD’lilerin golf sahası günümüzde bu şekilde görülüyor