İran eylemde: Mollalar kapitalistlerin yüzündeki maske

DUVAR – İran, bir yılı aşkın bir süredir kitlesel halk hareketlerine sahne oluyor. 22 yaşındaki Mahsa Jîna Amini’nin öldürülmesinin ardından İslam Cumhuriyeti karşıtı eylemler düzenlenmişti. Bugün, her ne kadar ilk haftalardaki kadar yoğun olmasa da İran’da hâlâ hareketli bir siyasi hava solunuyor.

Peki ama bu süre zarfında ülkede neler değişti? İnsanların protestolara bakışı nasıl? Bugün gösterilere kimler öncülük ediyor? Sol bir alternatifin öncülüğünde yaşanmayan bir protesto dalgasına dair İranlı komünistler neler düşünüyor? Komünistler arasında ne gibi farklılıklar var? Yurtdışında düzenlenen destek eylemlerine dair nasıl bir yaklaşım söz konusu?

Bununla birlikte, çağımızın teknolojik imkanlarına tezat bir şekilde farklı bakış açılarına yerinden ulaşmak tahmin edildiği kadar kolay olmayabiliyor. Komşumuz olmasına rağmen İran’dan haberleri, genelde merkezi başka ülkelerde olan haber ajanslarından alıyoruz. Doğrudan edindiğimiz bilgiler ise bağlamından kopuk ve anlaşılması güç olan bazı görsellerden, videolardan ibaret. Dolayısıyla İran’daki güncel durumu yine İran’dan öğrenmek önemli bir ihtiyaç.

Protestoların ilk günlerinde sokakta olan komünistlerle konuşmuştuk. Şimdi ise daha farklı bir açısına kulak vermek üzere, ‘Marksist Leninist Medya Kolektifi’ olarak adlandırılan Madaar Sorkh’tan yetkililer ile konuştuk.

‘PROTESTOLARIN ÖNCÜSÜ ARTIK ÜNİVERSİTELER’

İran’daki protestolar uzun bir süredir devam ediyor. Söze güncel durumdan başlayalım. Bugün sahadaki hareketlilik ne durumda?

Durum oldukça kırılgan. Bazı günler, İran’ın bazı şehirlerinde aniden yükselen bir protesto dalgasına rastlanıyor. Ama birkaç günün ardından durum sakinleşiyor. Sonra tekrar… Muhalefetten protesto çağrısı olduğunda bunlar yaşanıyor.

Suudi Arabistan tarafından kaynak sağlanan Iran Worldwide TV kanalı son süreçte en popüler televizyon kanallarından biri oldu. Şimdilerde bu kanal haftalık protesto gösterileri çağrısını yükseltiyor, genelde cumartesi günleri. Bunun haricinde İran’ın genelinde daha dağınık ve düşük yoğunluklu bir tablo var.

Burada üniversitelerin daha farklı bir rol oynadığını vurgulamamız gerekiyor. Öğrenciler eşi benzeri görülmemiş bir mücadele veriyor. Belki 1979 devriminin öncesini bile bu kıyaslamaya dahil edebiliriz. İran’daki üniversitelerde yaşanan siyasi faaliyetin ayrı bir önemi var. Uzak şehirlerin küçük üniversitelerinde dahi siyasi bir hareketliliğe rastlıyoruz, hâlâ da bu durum böyle. Göstericilerin belki yüzde sekseni 30 yaşın altında. Sadece üniversiteler değil, okullu çocuklar bile çeşitli protesto gösterileri düzenliyor. İşsizlik oranı bu yaş grubunda oldukça yüksek, yüzde 40 civarında.

Protestoların başından beri İran’da internete ulaşım ciddi bir sorun. An itibariyle bu durum nasıl?

Uzun süreli web erişim sorunları var. Protestolar başladığından beri web kesintileri yaşıyoruz. Daha önceleri bazı batılı sosyal medya ağlarına giriş kısıtlanmıştı, şimdi ise neredeyse hepsine erişim engellendi. VPN kullanarak ulaşmaya çalışıyoruz ancak artık pek çok VPN’e erişim de engellenmiş durumda, böylece sosyal ağlara erişim iyice zorlaştı.

‘POLİSİN YAKLAŞIMI DAHA FARKLI’

Geçtiğimiz ay yaşananlar, İran’daki ilk kitlesel gösteriler değil. Sık sık öfkesini sokakta dile getiren bir ülkeden bahsediyoruz. Ülkenin yakın geçmişine baktığımızda protestoların izleği hakkında neler söyleyebiliriz?

Hükümetin hegemonyası özellikle son 10 yılda düşüşe geçmiş durumda. 2009’daki şaibeli seçim ve akabinde gerçekleşen protestolar bu düşüşün başlangıç noktasıydı. Reformist kanadın önderliğindeki İran’ın eski cumhurbaşkanı Hasan Ruhani döneminde siyasi düzenlerinin imajını bir süreliğine yeniden yaratmışlardı. Ama özellikle 2017-2018’de Ruhani’nin yeniden seçilmesi ve ABD’nin eski başkanı Donald Trump yönetiminde ekonomik yaptırımların yeniden şiddetlenmesi, özellikle yoksulların yaşadığı işçi sınıfı mahallelerinde ciddi bir hoşnutsuzluğun habercisiydi. Akaryakıt fiyatlarındaki artış, 2020 yılında kitlesel gösterilere ve ayaklanmalara neden oldu. Bu eylemlerin özellikle daha yoksul mahallelerde yaşandığının altını çizmekte fayda var. Son yılların en kanlı protesto gösterisiydi, yaklaşık 300 kişi öldü.

Şimdi de polis ve güvenlik güçleri protestocular üzerinde şiddetli bir baskı kuruyor. Ancak ‘İslam Cumhuriyeti standartlarına’ göre, 2020 ile kıyasladığımızda görece daha farklı bir yaklaşıma rastlıyoruz. O dönemde 300 kişi sadece birkaç gün içerisinde öldürülmüştü. Şimdi ise bir ayı aşkın bir sürede yaklaşık 200 kişi öldürüldü. Elbette bu kıyaslama kulağa kötü geliyor ancak daha fazla tolerans göstermeye çalışıyorlar. Daha çok plastik mermi kullanılıyor. Fakat gözaltı rakamlarına ve siyasi gruplara yönelik baskılara gelecek olursak… Monarşistlerden Marksistlere kadar daha önce görülmemiş seviyede bir gözaltı süreci yaşandığını görüyoruz.

Sizce neden 2020 eylemlerine kıyasla ‘tolerans’ göstermeye çalışıyorlar?

Çünkü 2020 eylemleri, genellikle yoksul mahallelerde, varoşlarda yoğunlaşıyordu ve eylemler de daha şiddetli cereyan ediyordu. Şimdi ise orta sınıf, küçük burjuvazi de protestolara katılıyor. Tüm sınıflardan herkesin sokakta olduğunu görüyoruz. Protestoların başında, ülkenin en pahalı yerlerinden biri olan ve çoğunlukla ‘turist adası’ olarak bilinen Kiş Adası’nda bir AVM önünde insanlar İslam Cumhuriyeti karşıtı gösteri düzenliyordu. Başkent Tahran’daki Downtown bölgesinde de aynı şeyi gördük.

‘BURJUVAZİ, MESELEYİ SADECE DİN KARŞITLIĞINA İNDİRGEMEK İSTİYOR’

Bu farklılık ne düşündürüyor?

Oldukça ilginç bir konu bu. Burjuvazi, 1979 devriminde solu ezmek için İslam’ı bir araç olarak kullandı. İnsanların dini duygularından faydalanarak solu ve sekülerleri bir kenara ittirdiler. Bunu gerçek anlamda devrimci sürecin ortasında yaptılar. Çünkü sol fikirler dönemin atmosferini domine ediyordu ve bir çeşit sosyalist devrim gibi bir ‘danger’ vardı. Bu yüzden insanları dini inançların arkasına dizmeye kalkıştılar. Şimdi ise burjuva sağ kanat muhalefet güçleri, insanların dine karşı duygularını kullanmaya çalışıyor. Bu sefer insanları sağ kanat platformların arkasına diziyorlar.

İnsanların sinirli olmaya ve mevcut durumdan tatmin olmamaya dair her türlü hakları var. Ama mevcut sorunlara yaklaşırken asıl downside, sistemin kapitalist doğasına odaklanmak yerine İslami yüzeyine odaklanmak. Korkarım ki protestolar sistemin kapitalist doğasına saldırıyor gibi görünmüyor, ciddi bir sınıf bilinci eksikliği var.

İnsanlar her şeyin mollalarla ilgili olduğunu sanıyor. Mollalar, sadece kapitalistlerin yüzündeki maske. Bizim kapitalizmle ve kapitalist sınıfla savaşmamız gerekiyor. Üstelik molla olmayan, hatta muhalefet güçleri içerisinde yer alan kapitalistlerimiz de var. Komünistler olarak buna odaklanmak gerektiğini düşünüyorum.

Özetle, talepleri sadece din karşıtı bir çerçeve içerisine sokma eğilimine rastlıyoruz. Batılı bir hayat tarzına sahip olduğu için bazı patronları parlatıp, tek düşman olarak sosyo-ekonomik okumasını yapmadan sokaktaki mollalara işaret etmek, Marksist bir açıdan doğru değil. Elbette biz komünistiz ve seküler bir görüşü destekliyoruz. Ama zor bir konumdayız çünkü dini materyalist bir şekilde yorumlamalıyız, idealist bir şekilde değil. Korkarım ki bu körü körüne din karşıtı talepler, sistemin kapitalist doğasını hedef almayacak.

‘DIŞARIDA İLERİCİ, İÇERİDE GERİCİ BİR DEVLET’

Zor bir konumda olduğunuzu söylüyorsunuz. Burjuva muhalefetin stratejisine yanıt verebilme haricinde daha farklı ve zor alanların olduğu görüşünde misiniz?

Evet, komünistler için oldukça zor bir durum. Beğenelim ya da beğenmeyelim… İran, Batılı güçlerle çatışma halinde olan dünyadaki nadir ülkelerden biri. Bazen bu çatışmanın dozu, bugün sosyalist saydığımız Küba ya da Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ni bile aşıyor. Bunun sonucunda yaptırımlar ve rejim değiştirme çabaları gibi yöntemlerle kaşı karşıya kalıyor. Sadece bugün değil, 1979 devriminden, yani insanlar ABD destekli diktatörlüğü devirdiğinden beri bu böyle.

Sorun şu: İran, mesele Filistin, Yemen ya da Batı Sahra’daki direnişini desteklemek gibi dış politika olduğu zaman muhtemelen ilerici görebileceğimiz bir yaklaşıma sahip. Ama içeriye geldiğinde çok gerici ve ekonomi politikalarında oldukça neoliberal bir devletle karşı karşıyayız. Dolayısıyla komünistler için durum biraz zor. Dış politika gündemlerinde ezilenlerin yanında yer alıp destek olmak ve bu mücadelelerin ilerici mücadeleler olduğu konusunda insanları bilgilendirmek ama aynı zamanda içeride sistemin ta kendisiyle savaşmak var.

Özellikle son on yıl içerisinde bazen Filistin’e ya da Suriye’ye karşı bir takım sloganlar işitir olduk. İnsanlar, hükümetin bu mücadelelere destek noktasında fazla para harcadığı görüşünde. Batı medyasının, bu desteği nedeniyle İran karşıtı kampanya düzenlemesi de etkili oluyor. Maalesef atmosferi de Batı medya kuruluşları ve anlatıları domine ediyor. İnsanların beynini yıkıyorlar ve örneğin “Sorunun kaynağı İran’ın Filistin’e desteği” diyorlar. Neyse ki son haftalarda artık böylesi sloganları duymuyoruz.

Aynı şeyi monarşist sloganlar için de söyleyebiliriz. Geçtiğimiz on yıl içerisinde dışarıdan Batı tarafından kaynak sağlanan TV kanalları Pehlevi rejiminin propagandasını hızlandırdı. Eski Şah’ın oğlu Rıza Pehlevi’yi parlatmaya başladılar. “Pehlevi zamanında her şey ne kadar iyiydi ve rejimi ne kadar ilericiydi” gibi ifadelere daha sık rastlar olduk. Bir noktada Nazi sempatizanı olmuş bir hanedanlıktan bahsediyoruz. İlk protestolarda monarşi yanlısı sloganları duyuyorduk ancak son dönemde artık böylesi sloganlara rastlamıyoruz.

Tabi bu değişim insanların bir anda sağ muhalefetten sol muhalefete kaydığı anlamına gelmiyor. Bir liderlik, bir örgüt ya da bir sınıf bilinci olmadığı için insanlar sadece sisteme karşı haklı tatminsizliklerini ve öfkelerini gösterecek sloganlar arıyorlar, hangi slogan solcu ya da hangisi sağcı diye pek düşünmeden tekrar ediyorlar. Ne anlama geldiği, arkaplanında ne olduğu ile ilgilenmiyorlar.

Başka hangi sloganlar dikkat çekiyor?

Batı’daki post-Marksistler ve bazı feministler… Ülkede yaşanan gelişmeler bir ‘feminist devrim’ gibi okunuyor. Hatta bazıları yaşananları Kürtçe ‘Jin, Jiyan, Azadi’ (Kadın, Yaşam, Özgürlük) sloganı nedeniyle Rojava ile ilişkilendiriyor. Gerçek şu ki, çoğu insan bu sloganları konu hakkında bilgi sahibi olmadan kullanıyor. Kürdistan eylatindeki yankısı daha farklı, orada bu slogan başka bir anlam ifade ediyor.

Bu slogan Farsçaya çevrildi ve tüm İran’a yayıldı. İnsanların da hoşuna gitti ve benimsendi. Mesela bazı protestolarda “Jin, jiyan, azadi”den sonra “Erkek, anavatan, saadet” sloganı atılıyor ki oldukça faşist çağrışımı olan bir slogan bu. İtalyan faşistlerin “Aile, anavatan, tanrı” sloganını hatırlatıyor. Her ikisini de tekrar edenler, ne söylediklerinin tam olarak bilincinde değiller. Bu elbette kitlesel bir gösterinin doğal sonucu. Sadece insanları örgütsüzlüğe teşvik etmemek gerekiyor.

SOLUN GÖRÜŞ AYRILIKLARI

Peki komünistlerin, sosyalistlerin sokaktaki tutumu nedir? Hangi görüş ayrılıkları var?

Elbette sizin de bildiğiniz üzere İran’da yasal komünist örgütlenmeler yok. Komünistler, devrimden birkaç yıl sonra, 1980’lerden beri baskı altında tutuluyor. Neredeyse bütün muhalif ve komünist örgütleri kapattılar, binlerce komünist o dönemde infaz edildi…

Ama sürgünde mücadeleye devam edenler de dahil olmak üzere komünistler üç ya da dört gruba ayrılıyor. Adına ‘klasik’ diyebileceğimiz rejim karşı güçler, İslam Cumhuriyeti kurulduğunda sisteme karşı silahlı bir mücadele başlattı. Bu grubun içerisinde özellikle Halkın Fedaileri’nin yer aldığını söyleyebiliriz. Bugün bu grubun en büyük temsilcilerinin yaptığı açıklamaları takip ettiğimizde, elbette protestolara sempati ile yaklaştıklarını, hatta desteklediklerini görüyoruz. Tabii bu desteği İran içerisi ile sınırlıyorlar, mesela Berlin’de düzenlenen son mitinge mesafe ile yaklaşıyorlar ve dışarıda yapılan böylesi protestoları kınıyorlar.

Diğer komünist güçleri, ‘İran içerisindekiler’ olarak tek bir başlık altında toplayabiliriz. Bunların bazıları İslam Cumhuriyeti’ni destekliyor. Bu komünistlerin bazıları da protestolara sempatiyle yaklaşıyor ancak gösterilerin sunum şeklini benimsemiyorlar ve bu protestoların Suriye’de olduğu gibi bir iç savaş ile sonuçlanabileceğinden endişeleniyorlar. Bazıları yaşananları bir ‘emperyalist proje’ olarak değerlendiriyor.

Son olarak belki de liberal sol ya da sosyal demokrat grupların varlığından bahsedebiliriz. Onlar ise sonucu ne olursa olsun rejim değişimini her haliyle destekliyorlar. Sadece İran’daki değil, dünyanın her yerindeki renkli devrimleri destekliyorlar.

Yani oldukça farklı yaklaşımlara sahip bir İran solu söz konusu. Bu protestolarda solu temsil ettiğini söyleyebileceğimiz, içeride ya da dışarıda bir güç yok.

Yurtdışında pek çok destek eylemi düzenleniyor. Dışarıdan İran’a bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz? Son olarak Berlin’de düzenlenen mitingden kısaca bahsettiniz. Dışarıdaki böylesi eylemler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Önce içeride yaşananları iyi anlamak gerekiyor. Şu bir gerçek ki, ülkedeki insanların çok büyük bir çoğunluğu İran’ın ekonomik ve siyasi durumundan memnun değil. Hatta bu bıkkın çoğunluk belki protestoculara da sempati ile yaklaşıyor ama bir de şu açıdan bakalım: Geçtiğimiz bir aylık süre boyunca 85 milyonluk bu ülkede sadece birkaç yüz bin kişi sokağa çıktı. Bizatihi sahada olan insan kitlesi bu civardaydı.

‘BIRAKIN İRAN’DAKİ SİSTEMİ İRANLILAR PROTESTO ETSİN’

Evet, sosyal medyada pek çok insan protestolara sempatisini dile getiriyor. Hatta rejimden yana olup ahlak polisinin bir takım uygulamalarını eleştirenler de yok değil. Ama o kadar… Başta da bahsettiğim üzere üniversiteler bunun dışında. Öğrenciler neredeyse her gün protesto düzenliyor. Sokaklar böyle değil. Her mahallede sadece birkaç düzine ya da birkaç yüz kişiye rastlayabilirsiniz. Onlar da toplanıp bir iki slogan atıp dağılıyor. Bu kadar. Ortada öyle sanıldığı gibi “Milyonlar sokakta” diyebileceğimiz bir durum yok.

Hiç mi olmadı peki böylesi bir durum? Hayır bu da doğru değil, 2009 Yeşil Hareketi sırasında böylesi bir kalabalığa tanıklık etmiştik. Ama şu an kıyaslayabileceğimiz bir durum yok. Bunun nedenini düşünecek olursak, o dönem liberal-reformist kanat liderlerinin neredeyse hepsi protestolara önderlik ediyordu. Bugün İran içerisinde böylesi bir liderlik yok.

İran dışında ise en büyük protesto geçtiğimiz günlerde Berlin’de gerçekleşti. Bu gösterilerin oldukça tepkisel ve gerici olduğunu söylemek gerekiyor. İran’daki insanların elbette protesto etmeye, sokağa çıkmaya, ses çıkartmaya hakkı var, öyle de yapıyorlar zaten. Ama İran’ın dışında kalanlar kendi burjuvazileriyle, rejimleriyle, sistemleriyle, emperyalistlerle ve en önemlisi yaptırımlarla savaşmalı. Bu yaptırımlar İran halkına bir bütün olarak acı çektiriyor. Öncelik bu olmalı. Berlin’deki gibi gösterilere katılmak, sadece İran’a emperyalist müdahaleyi meşrulaştıracaktır.